Cortazar

“(…)

Sanırım daha çok küçük yaşlarımdan itibaren benim aynı anda hem şansım hem de şanssızlığım şeyleri verildiği gibi almayı kabul etmemek oldu. Bu bana yetmiyordu; bir şeyin masa olduğunun söylenmesi mesela ya da “anne” kelimesinin “anne” kelimesi olması ve artık orada her şeyin bitmesi. Tam aksine, masa objesinde ya da anne kelimesinde benim için gizemli bir yolculuk başlıyordu; bazen kendime bir yol açabiliyordum bu yolculuklarda bazen de duvarlara tosluyordum. Yani, küçüklüğümden beri, benim kelimelerle, yazıyla olan ilişkim benim genel olarak dünyayla olan ilişkimden farklı olmadı. Ben şeyleri bana verildiği gibi kabul etmemek için doğmuşum sanki. Sekiz yaşında bir roman yazmaya başladım. Sonra kadın öğretmenlerime ve sınıfımdaki bazı kızlara şiirler yazdım, on yaşında, çok aşık olduğum kızlara; şu harika çocukça aşklardandı, insanı geceleri ağlatan aşklardan.

Kişisel hayat olmadan, edebiyat tümüyle imkansız bir şey olurdu; bunun ispatlarından biri, mesela daha hiçbir ağacın bir roman yazmamış olmasıdır. Kişisel hayat, deneyimlerin, anıların, umutların biriktirilmesidir; bu nedenle günden güne daha geniş bir ufka açılır; insan edebiyata eğilimli doğduğunda, daha ilk gençliğinden itibaren yalnızca kendi hayatını yazıya taşıma eğilimi duymaz, uydurmayı becerdiği her şeyi yazıya aktarmak ister, ama bunlar da bir şekilde doğrudan ya da dolaylı olarak onun kişisel yönleriyle ilintilidirler. Bir şeyin soyut olarak uydurulup hayal edilmesi bana imkansızmış gibi geliyor. Ben inanıyorum ki; hayal gücü ancak kökleri yazarın en derinlerine kadar yani yazarın kanına, hayatına, kişiliğine kadar indiği zaman gerçekten büyük bir hayal gücüdür; ancak bu şekilde, hayal gücü tıpkı bir tür trambolin gibi işlemeye, yani sürekli yeni yeni hayaller yaratmaya, yeni yeni bağlar kurmaya koyulur ve işte tam oradan doğar bir öykü, bir şiir ya da bir roman.

(…)”

Julio Cortázar son yıllarında zamanının büyük bir kısmını  Sandinista Hareketine destek vererek ve onlarla omuz omuza çalışarak geçirmişti. Sık sık Nikaragua’ya yolculuk ediyor ve uzunca süreler orada yaşıyordu. Yukarıdaki kısmın alıntılandığı söyleşi Sandinista Hareketinden militan şair ve yazar Xavier Argüello tarafından Nikaragua’da gerçekleştirilmiş ve Nikaragua Managua’da yayınlanan Revista Nicarahuac dergisinin Temmuz 1982 sayısında yayınlanmıştır. (Boldlar bana ait.)

julio cortazar

la oveja negra

Kara Koyun

Uzak bir ülkede yıllar önce bir kara koyun yaşarmış. Kurşuna dizilmiş.

Bir yüzyıl sonra pişmanlık duyan sürü onun at üstünde bir heykelini dikmiş. Parka da pek yakışmış.

Bunun üzerine, sonraki yıllarda da, ne zaman bir kara koyun ortaya çıksa hemen idam mangalarının önüne atılmış; gelecek nesillerin kendi halinde sıradan koyunları da heykel sanatıyla uğraşabilsinler diye.

Augusto Monterroso

oveja-negra

Fransız yönetmen Jean-Luc Godard ekibiyle beraber 1970 yılında Filistin’de bir başka film için gerçekleştirdiği çekimleri (söz konusu film yapılamadığı için) 1976 yılında tamamladığı Ici et Ailleurs (Burada ve Bir Başka Yerde) adlı filminde kullanmıştı. O filmin ilk dakikalarında Filistin’i 1970 yılındaki haliyle görmek bugünkü Filistin’i anlamak açısından önemli olabilir gibi geldi bana. Ve merak ettim: Bu görüntüler acaba size de bir yanıyla bugünün Rojava‘sını hatırlatacaklar mı diye…