6 Ocak
Bekleyen Ülke

Türkiye, 2009 yılında Nazım Hikmet’in reddedilen vatandaşlık hakkını tekrar iade etti, ülkenin en sevilen, en nefret edilen şairinin Türkiyeli olduğu sonunda resmen kabul edildi.

Kendisinin bu iyi haberden haberi olmadı, yarım yüzyıl önce hayatının büyük kısmını geçirdiği sürgünde ölmüştü.

Ülkesi onu bekliyordu, ama kitapları yasaktı, kendisi de tabii. Sürgündeki şair dönmek istiyordu:

Giderayak, işlerim var bitirilecek,
                                                 giderayak.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadı.

Nazım hiç dönmedi.

***

Eduardo Galeano, Latin Amerika ve İspanya’da Nisan ayında yayınlanan son kitabı Günlerin Çocukları’nda her gün için bir hikâye anlatıyor. Galeano, Nazım’ın vatandaşlığa kabul edildiği günün anısına, 6 Ocak sayfasını Nazım’a ayırmış. Yukarıda o sayfanın aynen çevirisini okudunuz.  Sayfayı elindeki kitaptan bilgisayara aktarıp Arjantin’den gönderen gazeteci arkadaşımız Canan Kaya’ya teşekkürler.

Bu çizgi film, Rus animatör Yuri Norshteyn‘in 1979 tarihli Сказка сказок (Masalların Masalı) isimli eserinden kısa bir bölümdür. Eserin adı Nazım Hikmet’in aynı adlı şiirinden gelmektedir. Ben pek sevdim, umarım siz de seversiniz…

Müzik: Mozart Piyano için Konçerto No.4, Sol Majör, KV 41, İkinci Bölüm (Andante). Dinlemek için tıklayınız.



“…

Şimdi gelelim Don Kişot meselesine: Don Kişot’u, bence, en iyi anlayan insanlardan biri de annendir. Ben de kendi payıma Don Kişot’u tıpkı onun anladığı gibi anlarım. Don Kişot’un klasik tefsirleri vardır: Monarşinin -yani burjuva iktisadının- hâkim olmaya başladığı bir devirde, derebeyliğe, şövalyeliğe, yani artık geri gelmesi mümkün olmayan bir devre, maziye hasret. Don Kişot bu şövaleresk tarafları olan mazinin, bu kaybolmuş cennetin mütehassiri, Şanso ise, burjuva akıl ve mantığının, devrin realitesinin mümessili. Cervantes, maziye dönmenin ne kadar imkânsız olduğunu göstermek istemiş ve böyle bir hasret çekenlerle alay etmiştir. Bu bakımdan da Don Kişot, imkânsızın peşinde koşan bir çeşit zavallı ve biraz da gülünç bir delidir. Dedim ya, bu yazdıklarım klasik tefsirlerden biridir. Bu tefsirin, sosyal devirleri göz önünde tutan tarafı elbette ki doğrudur, fakat bence doğruluğu da bundan ibarettir. Bu kadarcıktır. Bana göre Don Kişot, sadece mazi hasreti çeken bir adam değildir. Umumiyetle doğrunun, haklının, güzelin hasretini çeken adamdır. Bu onun hem kuvvetli, hem de zayıf tarafıdır. Çünkü umumiyetle, mutlak manasıyla güzel, doğru ve iyi yoktur, fakat diğer taraftan insanlar, sosyal şartların tesiriyle, daha güzele, daha haklıya, daha doğruya mütemadiyen hasret çekmişlerdir. Don Kişot kuvvetli bir adamdır, çünkü aksiyon adamıdır. Mücadele adamıdır. İnandığı şey için dövüşen adamdır. Bundan dolayı da aklı, mantığı, burjuva aklını ve mantığını temsil eden Şanso’yla kıyas edildiği zaman Don Kişot değil, Şanso gülünçtür. Şanso’da hareket noktası, aksiyonunun hareket noktası, şahsi menfaatidir. Zengin olmak, vali olmak için Don Kişot’un peşine takılmıştır. Bunun için de kitabı bitirdiğin zaman Don Kişot’u seversin, Şanso’yu sevmezsin. Don Kişot’un deli, komik filan olarak gösterilmesinde bizzat burjuva devri ve bu devrin resmi neşriyatı da amil olmuştur. Burjuva, Monarch’ı da devirip sosyetenin tam hâkimi olduktan sonra, kendi devrini, mutlak, değişmez ve en doğru, en güzel, en akla uygun bir devir saydığı için, daha güzeli, daha doğruyu arayandan nefret etmiş, idealistten ürkmüş, korkmuş ve Don Kişot’u bir istihza vesilesi yaparak bu sıfatı, kendi aklı ve mantığı, hele kendi devrinin şartlarına uymayan, hele o şartları değiştirmek isteyen her insana vermiştir. Don Kişot’un gülünç, komik, yarı deli telakki edilmesinde, bu devirde ve belirli muhitlerde, bu da amildir. Kitabın içindeki Don Kişot, elbette ki normal bir adam değildir. Fakat kitabın dışına çıkan bir Don Kişot vardır ki o gayetle normaldir. Kitabın içindeki Don Kişot’un normal olmayışı, demin de söylediğim gibi, geri gelmesi imkânsız olanı aramaya, bulmaya kalkışmasındandır. Fakat, kitabın dışına çıkan, kitabın mevzuunun dışına çıkan Don Kişot’un, daha iyiyi, daha güzeli arayanın, burjuva aklı ve mantığını, burjuva telakkilerini ve psikolojisini, mutlak olarak kabul etmeyen Don Kişot’un, daha güzeli ve daha iyiyi, daha haklıyı arayan Don Kişot’un, bu uğurda dövüşen Don Kişot’un, aksiyona geçen Don Kişot’un anormallikle hiçbir ilgisi yoktur. Yani Don Kişot’un hikâyesini, yel değirmenleriyle dövüşmesini, falanını filanını değil de, güzel ve doğru bildiği bir iş için ellisinden sonra dövüşmesini, yollara düşmesini filan göz önünde tutarsan onu sevmemek imkânsızdır. Ve ben öyle sanıyorum ki onun hâlâ canlı oluşunda ve insanlık tarihi boyunca da canlı kalacak olmasında bütün bu saydıklarımın rolü büyüktür. Sonra, kitabın tekniği, hikâyesi, özü de öyledir ki, tabir caizse, Şarlo’nun filmlerine benzer. Çocuk da zevk alır, büyük de, cahil de, okumuş da, burjuva da -sebebini söyledim- sosyalist de. Cervantes Don Kişot’u yazarken, bütün bu söylediklerimi düşünmüş mü? Zannetmem. Fakat çok enteresan bir devirde yaşadığı için o devrin, yani bir inkılâp devrinin damgasını taşımış ve kitabına da bu damgayı vurmuş. Bilir misin ki Don Kişot’la Hamlet arasında bir benzerlik vardır. Yalnız şu farkla ki, Hamlet, daha ileriyi gördüğü ve istediği halde, iki cami arasında kalmış bir binamazdır, aksiyona geçemez, tereddütler içindedir ve daha ileri olan şey Beyaz Şövalye’nin şahsında -Hamlet’in şahsında değil- dramın en sonunda sahneye gelir. Halbuki Don Kişot, malum işte, deminden beri düşündüklerimi yazdım, tekrarlamayayım. Yani Cervantes de, Shakespeare de çok enteresan devirlerde yaşadıkları için cidden ölmez şahsiyetler, karakterler, hasretler ortaya atabilmişlerdir. Shakespeare’in insanları da, uzun bir devri dolduracak olan insanların karakterlerini taşır, fakat o insanlarda, daha sonra gelecek devrin karakterini de görmek mümkündür. Don Kişot da öyle. Tuhaf değil mi, yahut hiç de tuhaf değil, Faust da öyle. Bak, Don Kişot’la Faust arasında da bir benzerlik vardır. Faust da en sonra, bataklığı kurutup insanlara vermede karar kılar, yani fiilde, aksiyonda. Mecliste ezan okuyan, Don Kişot değildir; Necip Fazıl, Don Kişot değildir; Fahri Kurtuluş, Don Kişot değildir; Hüseyin Cahit, Don Kişot değildir; onların mazi ve hal hasretlerinde, evet, mazi hasretlerinde bile, mazinin güzelliğine, doğruluğuna, daha doğrusu, bugünkü şartlara göre mazide daha güzel ve daha doğru olabilmiş şeylere bir hasret yoktur. Fakat Madam Curie, Pasteur, Gabriel Peri, Yunan dağlarındaki, Çin’dekiler bir bakıma Don Kişot’durlar. Ve bana şahsen, sen Don Kişot’sun dedikleri zaman ben buna kızmam, bununla övünürüm. Benim Benerci’de de böyle bir yer vardır. İşte, evladım, yanlış yahut doğru, ben Don Kişot’u böyle anlıyorum, onun ölümsüzlüğünün sebeplerini böyle izah ediyorum.

…”

Cezaevi’nden Memet Fuat’a Mektuplar, Nazım Hikmet, Adam Yayınları, İstanbul, Aralık 1990, sf. 97-99. Kitaptaki 42. mektup, tarih belirtilmemiş, lakin sonraki mektubun 14 Nisan 1949 tarihli olmasına bakarak 949 Baharı’nda yazıldığını söyleyebiliriz. Boldlar bana aittir.