Ceylanpınar Notları

Eylül 6, 2013

ceylanpinar
Bilmem savaşın sesini hiç yakından (içinden) duydunuz mu? Ölüm fikrinin zihninizin açıklarına demirlediğini, musibetin sırnaşarak düşüncelerinizi yaladığını hissettiniz mi?

Televizyondan, banttan duymaya benzemiyor orada olmak. İstemediğiniz halde duymak ve bir şey yapamamak. Bir korku sarıyor insanın içini. Bir endişe batağına gitgide saplandığınızı fark edip kaçamıyorsunuz. Ondan sonra düşünerek atıyorsunuz adımlarınızı.

Her mermi yağmurunda, bombalar düştüğünde ölü ve yaralı haberleri yayılmaya başlıyorsa kulaktan kulağa. Korkarsınız. Yeni kurban ben miyim acaba?, dersiniz. Daha da kötüsü; çocuğum, eşim, kardeşim, anam, atam mı acaba?, dersiniz. Ceylanpınar bu durumda. Bu korkunç soruyla her gün, her an yüzleşmek harap etmiş sinirleri.

Kasım 2012’deki bombardımanı kimse unutmamış daha. İnsanlar yerden alıp duvarlara tavanlara çarpan o korkunç bombardımanı… Kasım ayından bu yana toplam 5 sivil Ceylanpınarlı öldü. Yaralılar yüzü aşkın…

Ekonomi de can çekişiyor ilçede. İhaleleri, büyük akçeli işleri bir yana bırakırsak, ilçe insansızlaşmış, ticaret hacmi küçülmüş, ekonomi durma noktasına gelmiş. Çocuklar ve kadınlar ilçeyi terk etmiş çoğun. Erkekler borç içindeler ama yine de kalıp ellerinden geldiğince çalışmaya devam etmek zorundalar.

Parası olan ev tutmuş güvenli illere göndermiş çoluğunu çocuğunu, yakını olan yakınlarının yanına göndermiş. Ve şimdi ilçede kuş seslerinin, çocuk seslerinin yerini mermi sesleri almış. Arada bombalar patlıyor gümbürdeye gümbürdeye.

Ve her patlamada, her otomatik tüfek sesinde, insan şöyle bir irkiliyor; “Öldüm mü acaba?” diye soruyor kendine ve yanıtı menfiyse, ölmediyse henüz,  yine yaşamaya devam ediyor kaldığı yerden. Böyle yaşıyor Ceylanpınarlılar ama böyle fasılalı fasılalı, ürke ürke nereye kadar yaşanır? Nasıl yaşanır?

Sinirler harap, tansiyonlar hep sınırda, korku tohumları içlerinde, her seste irkiliyorlar, her şeyi kötüye yoruyorlar, umutsuzluğun karanlık gölgesinde soruyorlar: Niye Ceylanpınar? Ne zamana kadar sürecek? Böyle eşten çocuktan uzak nasıl yaşayacağız? Çocukların okulu ne olacak? Hanımın, gelinin, kızın hali nereye varacak?

“Benim eşim böyle biri değildi ” diyor Bedrettin Özdurgun, esnaf 1003. Cadde’de. “Şimdi uyuyamıyor, sürekli ağlıyor, en ufak seste sıçrıyor yerinden, aklına sürekli kötü şeyler geliyor. Şeyhlere hocalara da götürdük. Şimdi Urfa’ya psikiyatriste gidiyoruz. Ne oldu benim eşime?”

Halil Alkan servis şoförü. O da 1003. Cadde’den. Günde üç vardiya çalışan işçileri TİGEM’in muhtelif arazilerine bırakıp alıyor. Sabah 5’te çatışmalar başladığında servisteymiş: “Hanım aradı, ağlıyordu. Korkmuş, çocukla bir başına evde. İç odaya geçmişler hemen.” Neyse ki işçileri almış dönüyormuş Halil telefon geldiğinde. Son sürat eve gelmiş.

Biz evdeki kurşun izlerine bakıyorduk konuşurken, delinmiş tencerelere, camlara, duvarlara… Sınıra bakan yatak odasını gösterdi bana, duvardaki kurşunu ve çok daha korunaklı iç odayı. Karısını ve çocuğunu o sabah hemen İskenderun’a göndermiş Halil, kayınpederinin yanına.

Viranşehir Caddesi’nde küçük bir çocuk elinde şarapnel parçasıyla geliyor. “Bende kalabilir mi?” diyorum. Vermek istemiyor. Etraftakiler bastırıyor: “Versen ne olur,” diyorlar “sen yenisini bulursun.”

Her taraf şarapnel dolu. Herkeste kurşunlar var, değişik değişik. Dört beş saat kaldım Ceylanpınar’da, ayrılırken benim de kurşun ve şarapnel vardı cebimde. Kurşun çekirdeği Halil’in evinden…

Mermiler ıslık çalıyor, bombalar patlıyor, Ceylanpınarlılar şikayet ediyorlar: “Neden burada olanlarla kimse ilgilenmiyor? Keşke Mısır’da olsaydık, belki o zaman Başbakan, Hükümet de bizimle ilgilenirdi.” Genel diskur bu.

Belki çok az kaldığımdan, birbirimize güvenip derinlemesine tartışamadık meseleyi. Burası haber olmuyorsa çatışmaların arkasında Türkiye olduğu içindir, diyemedik. Ceylanpınar sınırında çatışmaların olmasının Türkiye’nin desteğinden başka hiçbir açıklaması yok, da diyemedik.

Benim orada olduğum gün (22 Ağustos 2013) YPG ile çatışan güçler gümrük sahasındaki Türkiye’ye ait karakolda mevzilenmişlerdi. YPG’lilerin imha ettiği tank hemen o karakolun yanındaydı. Karabulutlar oradan yükseliyordu.

Türkiye’nin YPG’ye saldıran güçleri desteklemesi şaşırtıcı değil ama onları Ceylanpınar’dan desteklemesi de hiç tesadüfi görünmüyor bir taraftan. Ceylanpınar’ın ağası TİGEM, yani devlet. İlçenin 2000 küsur km2’lik topraklarının %90’a yakını TİGEM’e ait.

Yalnızca Kızıltepe’ye giden yolla sınır arasında köyler var. Kalan her yer ve özellikle çatışmaların gerçekleştiği Suriye’ye sınır topraklar – Akçakale’ye kadar- TİGEM’in elinde. El Nusracıların karargâhı olan Tel Halef ile Türkiye (TİGEM) toprakları arası birkaç yüz metre bile yok.

Orada neler olduğunu görmedim ama her türlü destek, sevkiyat, operasyon için çok uygun olduğunu göz ardı etmemek, Tel Halef’in bir direnç noktası olmasıyla ilgisi olabileceğini gözden kaçırmamak gerek.

tell halaf

Tel Halef’te bundan yüz yıl önce yer altından çıkarılan tanrılar. Viranşehirli göçebe Kürtler 1899 yılında Alman diplomat ve gizli ajan Max von Oppenheim’a toprağın altındaki gizemli taş heykellerden bahsederler. Heykeller Oppenheim tarafından ilk kez 1911’de gün yüzüne çıkarılırlar. 1927’de Oppenheim tarafından Almanya’ya taşınan Arami eserleri bugün Berlin’de Pergamon Müzesi’ndeler.

Yorum bırakın