Papeles inesperados

Sende en sevdiğim şey

Julio Cortázar (1914-984)

Sende en sevdiğim şey seksin.
Seksinde en sevdiğim şey ağzın.
Ağzında en sevdiğim şey dilin.
Dilinde en sevdiğim şey sözün.

***

Papeles inesperados, Julio Cortázar, (Edición de Aurora Bernárdez y Carles Álvarez Garriga) Alfaguara, Buenos Aires, 2009. Sf.405.

Adından da (Beklenmedik Kağıtlar) anlaşılacağı üzere kitap Cortazar’ın sonradan ortaya çıkan karalamalarından ve taslaklarından oluşuyor. Metin Fransızca yazılmış, Fransızcadan Cortazar’ın ilk eşi Aurora Bernárdez çevirmiş. Ben de İspanyolcasından çevirdim. Benim “seks” diye çevirdiğim ya da bıraktığım şeyin asıl anlamı “cinsiyet”. Metne “cinsin” ya da “cinsiyetin”den daha çok oturduğu için öyle bıraktım. Olası farklı yorumlamalar için bilmekte fayda var. Bir de, metin aslında dörtlük değil. Bunu da bilmekte fayda var.

Cortazar

Cortázar

Paskalya Adası’nda Aynaların İşleyişi
Julio Cortázar

(Brüksel, 1914 – Paris, 1984)

Paskalya Adası’nın batısına bir ayna konulduğunda, geri kalıyordu. Paskalya Adası’nın doğusuna bir ayna konulduğunda, ileri gidiyordu. Ancak milimetrik ölçümlerle bulunabiliyordu bir aynanın adada doğruyu gösterdiği nokta ama o noktanın o ayna için doğru olması başka bir ayna için de öyle olduğu anlamına gelmiyordu, çünkü aynaların farklı materyallere karşı farklı hassasiyetleri vardı ve her biri kendi yapısına göre tepkiler veriyordu. Bu yüzden, Guggenheim bursuyla adaya araştırma yapmaya gelen antropolog Salómon Lemos tıraş olurken aynaya baktığında kendisini tifüsten ölmüş olarak gördü, bu adanın doğusunda oldu. Fakat aynı anda, Paskalya Adası’nın batısında unuttuğu küçük bir ayna hiç kimseye (çünkü kayaların arasına düşmüştü) önce kısa pantolonla okula giden bir Salómon Lemos’u; sonra annesi ve babası tarafından bir küvette neşeyle sabunlanıp yıkanan cıscıbıldak bir Salómon Lemos’u; sonra da Trenque Lauquen’de bir çiftlikte agu agu diyerek teyzesi Remeditos’u duygulandıran bir Salómon Lemos’u gösteriyordu.

pájaro - cándido portinari

Pájaro – Cándido Portinari.

Julio Cortázar Carol Dunlop'un fotoğrafını çekiyor.

“(…)

Post-scriptum, Aralık 1982

Okur, belki zaten biliyorsun: tamamı tıpkı bir sonat çalan bir piyanist gibi, tek bir ritim ve melodi arayışında birleşmiş elleriyle la Osita ve el Lobo tarafından yaşanıp yazılan bu kitabı Julio, el Lobo, tek başına bitirip düzenledi.

Yolculuğumuz biter bitmez, militan hayatımıza geri döndük ve o zaman da şimdiki gibi yapılacak onca şey olan Nikaragua’ya doğru yeniden yola koyulduk. Carol orada daha önceden başladığı fotoğraf çalışmasına devam ederken ben de insan onuru ve özgürlüğü için çıktığı yola yorulmak nedir bilmeden devam eden bu küçük halkın mücadelesinin büyüklüğünü ve hakikiliğini olası tüm ufuklara göstermek için makaleler yazıyordum. Orada da mutluluğu bulduk, bu sefer Paris-Marsilya duraklarındaki gibi tek başımıza değil, bizim gibi ileriye bakan kadınlar, erkekler ve çocuklarla girdiğimiz gündelik ilişkilerle bulduk mutluluğu. Ve yine orada kötüleşmeye başladı la Osita, hastalığının geçici olduğunu sanmıştık, çünkü ondaki yaşama isteği tüm hastalık belirtilerinden daha güçlüydü ve ben de o cesareti paylaşıyordum onunla; tıpkı onun ışığını, gülümsemesini, ona güneşten, denizden, daha güzel bir geleceğe olan umuttan gelen o aşık olduğum yaşama sevincini de hep paylaştığım gibi. Paris’e bir sürü planlarla döndük: Birlikte kitabı bitirecektik, telif haklarını Nikaragua halkına verecektik, her şeyi daha da yoğun yaşayacaktık. Dönüşümüzün üzerinden dostlarımızın sevgi ve ilgiyle doldurduğu iki ay geçti; la Osita’yı şefkatle sarmaladığımız iki ay, onun bize her gün bizi terk etmekte olan bir değeri sunduğu iki ay. Benim artık eşlik edemeyeceğim bu yalnız yolculuğuna koyuluşunu izledim onun ve 2 Kasım günü ellerimin arasından bir su gibi akıp gitti, bu kitabın sayfalarında defalarca karşısına çıkıp mücadele ettiği iblislerin son sözü söylemelerine asla müsaade etmeden gitti.

Tıpkı son yıllarımın en güzel yanlarını borçlu olduğum gibi, bu kitabı tek başıma bitirmek de ona olan bir borcum. Ama şunu iyi biliyorum, Osita, eğer ayrılık ilk önce benim payıma düşseydi, sen de aynısını yapardın, şu anda senin ellerin de, benimkilerle birlikte bu son satırları yazıyor; birlikte acının hiçbir zaman hayattan, senin bana yaşamayı öğrettiğin bu hayattan ve beraber yaşayıp paylaştığımız bu macerada da göstermeye çalıştığımız burada bir son vermek icap eden ama bizim otoyolumuzda yoluna devam eden dragonumuzda hep hep hep devam edecek olan o hayattan daha güçlü olmadığını, olamayacağını yazıyoruz buraya.

(…)”

Julio Cortázar ve Carol Dunlop son yıllarında zamanlarının büyük bir kısmını  Sandinista Hareketine destek vererek ve onlarla omuz omuza çalışarak geçiriyorlardı. Bu arada birlikte Volkswagen minibüslerine atlayıp Paris’ten Marsilya’ya 30 gün süren bir yolculuğa çıkarlar. Yolculuk bir yılan yavaşlığında olacaktır. Günde yarım saatten fazla yol almak yasaktır. Mayıs-Haziran 1982’de yaşanan ve bir kitap olan 32 günlük macera bu minvalde yaşanır. Yukarıda Cortázar’ın kitabın sonuna eklediği notu okudunuz.

Kitapta Julio Cortázar el Lobo’dur, yani Kurt. Carol Dunlop La Osita’dır, yani Küçük Ayıcık. Volkswagen minibüs el Dragon’dur yani Ejderha. Kitabın adı Los Autonautas de la Cosmopista’dır yani Kozmoyolun Otonotları. Hikaye güzel hikayedir; yani yol, yani aşk hikayesi…

Cortazar ve Dunlop'un Paris-Marsilya gezisinden kolaj.

Les mouches- Sartre
İlerleme ve Gerileme

Sineklerin de geçebildiği bir cam icat etmişlerdi. Sinek geliyordu, camı başıyla azıcık ittiriyordu ve hop, öbür taraftaydı. Sinek nasıl mutlu ama. Ancak bu mutluluk, bir Macar bilginin çok lifli olan bu camın esnek lif yapılarındaki bilmem ne karın ağrısı özellik nedeniyle sineklerin girebildiğini ama çıkamadığını ya da tam tersinin olduğunu keşfetmesiyle yerle bir oldu. Bunun üzerine hemen aynı camdan içinde şekerli bir bölge olan bir sinek tuzağı icat ettiler, sinekler orada umutsuzluk içinde ölüyorlardı. İşte bu icatla beraber çok daha iyi bir kaderi hak eden bu hayvanlarla kardeşçe bir yaşam sürme ihtimalimiz tamamen ortadan kalktı.

Cortazar

“(…)

Sanırım daha çok küçük yaşlarımdan itibaren benim aynı anda hem şansım hem de şanssızlığım şeyleri verildiği gibi almayı kabul etmemek oldu. Bu bana yetmiyordu; bir şeyin masa olduğunun söylenmesi mesela ya da “anne” kelimesinin “anne” kelimesi olması ve artık orada her şeyin bitmesi. Tam aksine, masa objesinde ya da anne kelimesinde benim için gizemli bir yolculuk başlıyordu; bazen kendime bir yol açabiliyordum bu yolculuklarda bazen de duvarlara tosluyordum. Yani, küçüklüğümden beri, benim kelimelerle, yazıyla olan ilişkim benim genel olarak dünyayla olan ilişkimden farklı olmadı. Ben şeyleri bana verildiği gibi kabul etmemek için doğmuşum sanki. Sekiz yaşında bir roman yazmaya başladım. Sonra kadın öğretmenlerime ve sınıfımdaki bazı kızlara şiirler yazdım, on yaşında, çok aşık olduğum kızlara; şu harika çocukça aşklardandı, insanı geceleri ağlatan aşklardan.

Kişisel hayat olmadan, edebiyat tümüyle imkansız bir şey olurdu; bunun ispatlarından biri, mesela daha hiçbir ağacın bir roman yazmamış olmasıdır. Kişisel hayat, deneyimlerin, anıların, umutların biriktirilmesidir; bu nedenle günden güne daha geniş bir ufka açılır; insan edebiyata eğilimli doğduğunda, daha ilk gençliğinden itibaren yalnızca kendi hayatını yazıya taşıma eğilimi duymaz, uydurmayı becerdiği her şeyi yazıya aktarmak ister, ama bunlar da bir şekilde doğrudan ya da dolaylı olarak onun kişisel yönleriyle ilintilidirler. Bir şeyin soyut olarak uydurulup hayal edilmesi bana imkansızmış gibi geliyor. Ben inanıyorum ki; hayal gücü ancak kökleri yazarın en derinlerine kadar yani yazarın kanına, hayatına, kişiliğine kadar indiği zaman gerçekten büyük bir hayal gücüdür; ancak bu şekilde, hayal gücü tıpkı bir tür trambolin gibi işlemeye, yani sürekli yeni yeni hayaller yaratmaya, yeni yeni bağlar kurmaya koyulur ve işte tam oradan doğar bir öykü, bir şiir ya da bir roman.

(…)”

Julio Cortázar son yıllarında zamanının büyük bir kısmını  Sandinista Hareketine destek vererek ve onlarla omuz omuza çalışarak geçirmişti. Sık sık Nikaragua’ya yolculuk ediyor ve uzunca süreler orada yaşıyordu. Yukarıdaki kısmın alıntılandığı söyleşi Sandinista Hareketinden militan şair ve yazar Xavier Argüello tarafından Nikaragua’da gerçekleştirilmiş ve Nikaragua Managua’da yayınlanan Revista Nicarahuac dergisinin Temmuz 1982 sayısında yayınlanmıştır. (Boldlar bana ait.)

julio cortazar

Julio Cortázar: Şiir

Şubat 27, 2014

julio cortazar

Şiir

Kaşından seviyorum seni, saçının telinden, seni tartışıyorum

ışık çeşmelerinin oynaştığı bembeyaz koridorlarda,

seni ele alıyorum her isimde, yaranın içinden özenle temizliyorum seni

saçlarına şimşek külleri takıyorum boyuna,

yağmurda uyuyan kurdeleler.

Bir biçimin olsun istemiyorum, tam olarak elinin

ardından gelen şey ol istiyorum,

çünkü su, suyu düşün, sonra aslanları

masalın şekerinde yumuşayan halleriyle,

ve beden dilini, hiçlikten doğan o mimariyi,

kavuşmanın ortasında ışıkları yakışını.

Bütün bir yarın, bir karatahta

seni keşfeder, seni çizerim onda,

sonra siliveririm seni ve artık yoksun, o uzun düz saçların

ve o gülümsemen de yok seninle orda.

Özünü arıyorum, şarabın aya ve aynaya da

dönüşebildiği o kadehin eğrisini,

bir müze salonunda bir adamın içini

titreten o hatları arıyorum.

Üstelik seni seviyorum ve zaman ve soğuk sürüyor.

***

(Bu sene Julio Cortázar‘ın doğumunun yüzüncü, ölümünün otuzuncu yılı. Arjantin’de Cortázar yılı ilan edildi. Bu blogda da öyle. Burada Cortázar yılı etkinlikleri bu şiirle başladı. Bakalım devamında neler gelecek? Göreceğiz. Şiirin İspanyolcası için başlığı tıklayabilirsiniz.)

Cortazar

Cortazar

“(…)

Bana öyle geliyor ki, iyi bir öykünün çıkacağı konu her zaman sıradışıdır, ama bununla bir konunun olağanüstü, herkesin bilmediği, gizemli, alışılmadık bir şey olması gerektiğini söylemek istemiyorum. Tam tersine, her yönüyle alelade ve önemsiz bir anekdot ele alınabilir.

Bu sıradışılık, konunun bir mıknatısı andıran niteliğinden kaynaklanır; iyi bir konu koca bir bağlantılı ilişkiler silsilesinin çekim merkezidir, tüm bunlar yazarda kıvamlanır ve çok daha sonra okurda da olur aynısı. Sonsuz sayıda mefhum, karşılaşma, duygu ve hatta düşünce yazarın belleğinde ya da duyarlılığında hakikaten de, kelimenin tam anlamıyla, yüzüşürler.

İyi bir konu güneş gibidir, etrafında çoğu zaman farkına varılmayan bir gezegenler sistemi dönen bir yıldız gibidir, ta ki kelimelerin astronomu olan öykücü onların varlıklarını ifşa edinceye kadar. Ya da daha doğrusu, daha alçakgönüllü ve aynı zamanda daha güncel bir teşbihi deneyecek olursak, iyi bir konu atom sistemine benzer bir yapıya sahiptir, etrafında elektronlar dönen bir çekirdektir. Ve bir öykü, en nihayetinde, okur için bir hayat önerisi değil midir, bizi kendi içimizden çıkmaya ve çok daha karmaşık, çok daha güzel bir ilişkiler sistemine girmeye iten bir hamle değil midir?

Pek çok kez sorulmuştur bana, unutulmaz öyküleri unutulmaz yapan şey nedir diye. Onu okuduğumuz anın, başka pek çok insanın okuduğu anla, hatta belki yazarlarının onu yazdığı anla bile aynı an olması olabilir bu şey. İşte şimdi burada bir aradayız, okuduğumuz öykülerin üzerinden yıllar geçti, pek çok şey yaşadık, pek çok şey unuttuk. Ama bu küçük önemsiz öyküler, sonsuz edebiyat denizinin bu kum taneleri, hâlâ burada içimizde yaşamayı sürdürüyorlar.

Gerçekten de herkesin kendi favori öykü listeleri yok mudur? Benim var, bazı isimler verebilirim. Edgar A. Poe’dan William Wilson, Maupassant’tan Yağ Tulumu. Ve küçük gezegenler dönmeyi sürdürüyor: İşte Truman Capote’den Bir Yılbaşı Öyküsü, Jorge Luis Borges’ten Tlön, Uqbar, Orbis Tertius, Juan Carlos Onetti’den Un sueño realizado (Gerçekleşmiş Bir Düş), Tolstoy’dan İvan İlyiç’in Ölümü, Hemingway’den Elli Bin Dolar, Isak Dinesen’den The Dreamers (Düşçüler) ve böyle devam eder gider…

Daha önce de belirtmiştim, bu öyküler illa ki antolojilerde yer almak zorunda değildirler. O halde neden aklımızda kalırlar? Unutamadığınız öyküleri düşünün, göreceksiniz ki hepsi aynı karakteristik özelliğe sahiptirler: Aktardıkları basit anekdottan sonsuzca daha büyük bir gerçekliği birbirine bağlarlar, işte bu yüzden de bizi görünüşteki içeriğinden, metnin kısalığından kuşku duymamıza müsaade etmeyen bir güçle etkilerler.

Belli bir anda bir konu seçen ve ondan bir öykü yaratan bir insan, eğer bu seçimiyle -bazen kendisi de bilincinde olmadan- yarattığı esere küçük olandan büyük olana, kişisel ve yerel olandan insan doğasının en temeline doğru o masalsı açılımı dahil edebiliyorsa büyük öykücüdür. Tüm kalıcı öyküler içlerinde uyuyan devasa bir ağacı saklayan birer tohum gibidirler. O ağaç bizde büyür ve gölgesi belleğimize düşer.

Yine de bu anlamlı konular meselesini biraz daha açmak gerekir. Aynı konu bir yazar için son derece anlamlıyken, hiçbir ehemmiyeti olmaz bir başkası için. Yani, kesin olarak anlamlı ve anlamlı olmayan konular yoktur. Şu vardır ama: Belli bir yazar ve belli bir konu arasında belli bir anda oluşuveren gizemli ve karmaşık bir ittifak vardır. Zaten, ancak bu sayede aynı ittifak daha sonra belli öykülerle belli okurlar arasında da oluşabilecektir.

Bu yüzden, bir konunun anlamlı olduğunu söylerken, Çehov öykülerini ele aldığımızda söylediğimiz gibi, bu anlamlılığın büyük ölçüde konunun kendisinin dışında; bir miktar konunun öncesinde ve bir miktar da sonrasında olanla belirlendiğini görürüz. Öncesinde olan yazardır; taşıdığı insani ve edebi değerlerle, bir anlamı olan bir eser yaratma arzusuyla. Sonrasında olan; konunun işlenişindedir, öykücünün konu karşısındaki duruşunda, sözel ve biçimsel hamlelerinde, öyküyü sabitlediği son dokunuşlarda, konuyu öykü formuna sokuşunda ve son olarak onu kendisini aşacak bir eser olarak ortaya koymasındadır.

(…)”

***

Julio Cortázarın 1962 yılında Küba’da yaptığı “Algunos aspectos del cuento” başlıklı konuşmasının yine Küba’da yayınlanan “Casa de las Américas” dergisinin Temmuz 1970 tarihli Onuncu Yıl Özel sayısında yayınlanan versiyonundan yaptığım bu çeviri İzafi Dergisinin Eylül-Ekim sayısında “Öykünün Farklı Yönleri” başlığıyla yayınlandı. Burada benim seçtiğim küçük bir bölümünü okuduğunuz bu uzun metnin tamamını dergiden okuyabilirsiniz. (Boldlar bana ait.)

Julio Cortázar fumant la pipe dans sa maison de Saignon (Vauclus

cortazar

Julio’ya Mektup
Juan Gelman

sevgili julio;

sana bu mektubu yazıyorum çünkü senden konuşamam, seninle konuşabilirim ancak. bu böyle, çünkü sen hâlâ yoldaşsın bana, bir parçamsın benim, yanımdasın ve insan yanındakinden konuşmaz, yanındakiyle konuşur.

uzun zamandır bize eşlik ediyorsun, yoldaşlık ediyorsun.

(mesela) 1971 yaklaşırken paco urondo sana bir arjantin gazetesinden kesilmiş bir kupür göndermişti: askeri diktatörlüğe karşı silahlı bir eyleme dair birkaç satır yazı, paco da katılmıştı o eyleme ve bu yolla seni de bilgilendiriyordu; çünkü sen de ona eşlik etmiştin o zaman, paco ilk defa canını tehlikeye atmıştı ve sen oradaydın, ona yoldaşlık ediyordun.

paco hayatını insan onuru namına tehlikeye atmıştı, acıya karşı, güzellik için, ona binlerce acı eşlik ediyordu, bu rezil dünyaya karşı duyduğu tiksinti eşlik ediyordu ve sen de yanındaydın elbet; senin onurun, güzelliğin, bu rezil dünyaya karşı durmaya duyduğun inanç.

tuhaftır: yazar julio Cortázar otuz yıl önce ülkeyi terk ediyor, paris’e yerleşiyor, kafası hiç karışmadan yazıyor, yaratıyor, yaratıyor, yaratıyor ve biz, sonradan gelenler, seni önceden tanımayanlar, silahlarımızı elimize alıp doğru sözü arayanlar, bir şekilde biliyoruz ki asla ihanet etmedin bizim de aradığımız o söze, ne buenos aires kafelerinin ahşap kokulu havasına ihanet ettin ne de o kafelerde söyleşilen ve sözleşilen seslerden zuhur edip hiç dinmeyen rüzgârına.

bize hiç ihanet etmedin.

eskiden corrientes ve esmeralda caddelerinde ülkeden dışarı hiç adım atmadıkları halde herhangi bir Fransız gibi yazan yazarların gelip geçtiğini görürdüm, ben buenos aires’i senin paris’te yazdıklarını okuyarak daha iyi anladım, senin büyüklüğün böyle işte, aşkın böyle.

seni okuyarak dünyayı da daha iyi anladım, yani, daha çok sevdim, sanırım pek zor olmazdı senin edebiyatının neden ve nasıl borgesinkinden daha değerli olduğunu göstermek, daha özgün, daha gizemli, daha mükemmel olduğunu, demem o ki, neden daha açık olduğunu gelecek olan sarsıntılara, neden daha anlayışlı olduğunu şimdiye karşı ve bu yüzden de neden daha saygılı olduğunu -acısını hissederek bugüne taşıdığı- geçmişe.

seni hep –yarattığın o karakter gibi- bir pencereden bir pencereye geçmek için yollar icat eden, bir avucun gizeminden mozart’ın alaca karanlıklarına geçebilen, bir varlıktan başka birine ve bir başkasına, bir başkasına, başkasına dönüşebilen biri olarak görüyorum.

her zaman hissettim duyduğun aşkın sonsuz olduğunu.

daima aklımda tuttum eserlerinin bizi de içine aldığını ve en iyi eserinin hep sen olduğunu.

—-

Queremos tanto a Julio, Sergio Ramírez, Editorial Nueva Nicaragua, Managua, 1984. pp. 9.

(Yukarıdaki mektup Cortázar’ın 1984 Ağustosundaki ölümünün ardından Eduardo Galeano’dan Juan Rulfo’ya 20 Latinamerikalı yazarın Cortázar üzerine yazdıkları kısa metinleri bir araya getiren ve Managua’da  basılan “Julio’yu O Kadar Seviyoruz ki” isimli kitaptan alınmıştır. Sergio Ramírez tarafından derlenen kitabın adı Julio Cortázar’ın ” Queremos tanto a Glenda”  yani “Glenda’yı o kadar seviyoruz ki” isimli öyküsünden esinlenmiştir.)

CORTAZAR RAYUELA

çehov

Hile – Anton Çehov

Eskiden, İngiltere’de ölüm cezasına mahkûm edilen suçluların, kendilerini anatomicilere ve fizyologlara kadavra olarak satma hakları varmış. Bu şekilde elde edilen parayı kimi içkiye yatırır kimi de ailesine bırakırmış. Bu mahkûmlardan korkunç bir cinayetten ceza alan biri, bir tıp doktoruna haber göndermiş ve uzun ve bıktırıcı bir pazarlığın ardından, kendisini iki Gineye satmış. Ama doktordan parayı alır almaz, birden kahkahalarla gülmeye başlamış.

– Niye gülüyorsunuz?, -diye somuş doktor şaşkınlıkla.

– Siz beni asılacak bir adam olarak satın aldınız -demiş suçlu gülerek- ama ben sizi kandırdım! Beni yakarak öldürecekler! Ha, ha, ha!

Katil Sayfa – Julio Cortázar

İskoçya’nın bir yerinde, içinden rastgele bir sayfası boş olan kitaplar satılıyor. Eğer bir okur, saat öğleden sonra üçü vurduğunda bu sayfaya gelirse, ölüyor.

Yola Düşmek – Franz Kafka

Derhal ahırdan atımı getirmelerini emrettim. Uşak emirlerimi anlamadı. Bu yüzden ahıra ben kendim gittim, eyeri atın üzerine attım ve bağladım. Uzaktan bir trompet sesi duyuluyordu, uşağa bu sesin ne manaya geldiğini sordum. Uşak hiçbir şey bilmiyordu, zaten hiçbir şey de duymuyordu. Tam bahçe kapısında yolumu kesti ve:

– Nereye gidiyorsunuz patron?, diye sordu.

– Bilmiyorum, -dedim- yalnızca buradan dışarı çıkmak istiyorum, yalnızca buradan dışarıya. Yeter ki, buradan dışarı olsun, amacıma ulaşmamın tek yolu bu.

– Yani amacınızın ne olduğunu biliyor musunuz?, diye sordu.

– Evet, -diye yanıtladım- az önce söyledim ya. Buradan dışarı çıkmak, amacım bu.

****

(Ben öyküleri İspanyolcadan çevirdim. İspanyolca versiyonlarını görmek için başlıkları tıklamanız yeterli.)

Franz Kafka

Julio Cortázar 98 Yaşında

Ağustos 26, 2012

Cortázar Okumak:


Bir günde seksen alemi devir etmektir,

bir alacakaranlık avcısı olmak,

kendi Seksek‘inle aşka düşmektir,

elindeki açıklayıcı bilgiler el kitabına göre ağlayıp gülmektir,

Paris’te mate içmektir,

gizli silahlar kullanmak,

bir cronopio ya da bir fama* olarak yaşamak arasında seçim yapmaktır;

öyle ki, sonunda artık bu kozmohayatın bir kozmonotu olursun ve son raunda dek dövüşerek büyürsün.


Diye anlatmış Venezuelalı kadın çizer Rayma Suprani Prodavinci’deki Cuadernos de la Monalisa adlı köşesinde. Ben çizgileri aynen alıp, cümleleri çeviriverdim. İtalikler Cortázar kitaplarının isimlerine yapılan göndermeleri işaret ediyor.

Cortázar bundan 98 yıl önce 26 Ağustos 1914′te doğdu.

İYİ Kİ DOĞDUN JULIO!

*Cronopio ve fama,  Cortázar’ın Historias de cronopios y de famas adlı eserinde insanları genel özellikleriyle sınıflandırmak için kendisinin uydurup, yeni anlamlarıyla kullandığı kelimelerdir.

Genel olarak cronopiolar temiz kalpli, idealist, düzensiz, duyarlı, gelenekleri pek takmayan tipler olarak sunulurlar. Famalar ise tam aksine, kuralcı, katı, düzenli, ciddidirler. Ve bir de esperanzalar vardır: Kendi halinde, gamsız, cahil, sıkıcı.

Cortázar sevdiklerini Büyük Cronopio diye nitelendirirdi. Okurları da Cortázar’ı, Büyük Cronopio olarak anarlar.